Büyü, Astroloji ve Bir Sihir Tarihi
.::Büyü, Astroloji ve Bir Sihir Tarihi::.
Eski Mezopotamya’da beyaz büyü kullanmanın anlamı rahatlık getirmek, bir şeyi gerçekleştirmek ve iyileştirmekti. Nasılsa, sihir (kara büyü), şeytanca bulunmuş gibiydi çünkü normal hayattaki etkisi, normal yasamda kullanılan ve praktis yaptığımız etkilerle aynı olsada metodları bu görünümden kurtulamadı. Büyüler hep şeytanları ve cinleri kovmak için kullanıldı. Güvenlik için sevilen favorilerden biri olan, küçük bebeklerin bağrışlarını susturmak , kötü büyücülere karşı çıkmak, önceden belirlenmiş geleceği yeniden belirlemekte olan büyülerdi.
Büyü/Sihir çalışmaları bitki ilaç hazırlamaları ve de geleceği görme (o zamanları geleceği görme büyü konusuna hiç eklenmemiş olsa da) gibi konulara yakın bir uğraştı. Bilimsel ilaçlar, cerrahi olanlar, bitki çeşitli olanları hala var olmakta, ama büyü ile birlikte sık sık yaraları kapamada, merhem olarak kullanmada, lanetlenmelere karşı kullanıldı. Bu işler hep sadece tek kişi tarafından yürüdü “Asipo”. Diğer seçilmiş kişi olarak “Asu” kendisine özgü yetenekleri ile dolu olan bir doktordu.
Babylonian büyülerinin görünüşleri hala var olmakta ve büyü sözleri Sumerlerde, Akdalar’da ve bazı diğer dillerde de Elamite yada Hurrian’larda bile kullanılmaktadır. Bugün birçok büyü isimleri ortak dil olarak kabul edilen latincede yer almaktadır.
Amuletler, yada Talismanlar, onlar büyülerin kendilerini koruduklarına inanarak kullanıp yaşadılar. (hemde beyaz ve kara büyüye kadar, hepsi.) Kendilerine şans getireceklerine de ayrıca inandılar. Bugün biliyoruzki talismanlar hala küçük bir büyü ile yaşıyorlar, ama artık iksirlere doğru bir ilgi gösterdiklerini ve bunun onlara güç verdiğine inanmaktadırlar. Örnek olarak, Yedi lavanta taçyaprağı ile kaynatılmış su bir büyü burada yazdığı gibi : Protectio Magia Gignitio (Büyüsü) içindir.
Birkaç Latin kelime büyü kullanımından:
Aerius: Havada hareket ettirir.
Aeromantia: Hava ilişkilerinden yararlanılarak yapılan fallarda kullanılır.
Auro: Şiddetli- Rüzgar (aynı anlamda kullanılan sözcük = Ventus)
Auro Maris: (Okyanus) Rüzgari (Hafif Rüzgar).
Authenticus: Orijinal..
Averto: Baş etmek, engellemek.
Aversus: Birisini sırt üstü yatırıp, rahatlatmak.
Avius: Accio: Çağırmak, almak.
Epoto: Bitirmek, içtirmek zorla.
Emergo: Yer değiştirmek, gözükmek.
Erupto: Ruhunu ele geçirip bütün acıları ile yüzyüze çarpışmak , içine girmek, duyguları dışarı püskürtmek.
Lusus: Kötü şakalar yapıp, birisi ile oynamak.
Lupar: Herhangi bir büyüyü sertleştirmek, büyünün etkisini arttırmak için kullanılan bir sözcük.
Lurcus: Şeytanı çağırmak, acı çektirmek, lanetlemeyip acı çektirmek.
Luna: Ay, ay ışığı.
Longo: Bir büyüyü uzatmak için kullanılır, yada bir şeyi uzatmak genişletmek için kullanılır.
Luceo: Işık, ışınlar saçmak.
Lusina: Kutsal kişi, kutsal bebek, Tanrıça’nın Doğumu, Tanrıça’ya seslenmek.
Lucema: Lamba.
Magia: Büyü, sihir.
Nox: Işığı söndürmeki acıyı dindirmek.
Obnubalito: Etrafı karartmak.
Obligo: Gözlerini bağlamak, kötü bir iş yaptırmak.
Oboedito: İtaat ettirmek, kontrol altına almak.
Occuro: İyileştirmek.
Ocellus: Göz, gözlerine işlemek, baş ağrısı yapmak, üzerine göz koyarak izlemek.
Ocimum: Hoş bitkiler yaratıp, güzel koku sağlamak etrafa.
Offendiculum: Bir büyüyü önlemek, engel olmak.
Ridiculus: Komik şeyler yaptırmak , birşeyi eğlenceli hale getirmek.
Rigeo: Bir şeye zorlamak, bir büyünün dozunu arttırmak, acıları dayanılmaz hale getirtmek.
Serpentipes: Ayaklarına yılan dolamak, birkişinin konsantrasyonunu engelleyen büyü sözü.
Serpentinus: Yılan, şeytanı çağırmak.
**************************
Salem Cadılık Davası
Salem Cadılık Davası (Mayıs-Ekim 1692)
Amerika’da Massachusett’teki Salem kentinde cadılıkla suçlanan 19 kişinin asılmasına, birçoklarının da baskı görmesi neden olan bir dizi davaya verilen ad. Soruşturma Batı Hint Adalarından Tituba adlı bir kölenin anlattığı Vudu öykülerinden etkilenen bir grup küçük kızın, şeytanın ruhlarını ele geçirdiğini öne sürerek Tituba’yla birlikte üç Salemli kadını cadılıkla suçlaması üzerine başlatıldı. Dün adamlarından cesaret alan bölge yöneticilerince özel bir mahkeme kuruldu. Samuek Sewall, John Hathorne ve William Stoughten yargıç olarak görevlendirildiler. Yoğun bir baskı ortamında yürütülen soruşturma sırasında çok sayıda kişiye, bu arada Vali William Phips’in karısına bile cadılık suçlaması yöneltildi. Yürütülen davalar birkaç ay sonra kamı oyunun artan tepkisi üzerine durduruldu. Yasama Meclisi 17 Aralık 1696′da davaları kınayan bir kararı onayladı.
Sewall 14 Ocak 1697′de yargılamaların adil olmadığını açıkça kabul etti.
*************************
.::Morgan Le Fay::.
Arthur efsanesinde büyücü peri. Kelt mitolojoisindeki, çeşitli kişiliklerle bağlantılıdır. MonMouthlu Geoffret’nin Vita Merlini’sine (y. 1150; Merlin’in hayatı) göre Morgan, Kral Arthur’un yaralarının iuileştiği büyücü Avalon Adasının kraliçesidir; şifa dağıtır ve biçim değiştirme yeteneği vardır.
Chretién de Troyesi’nin Erec (y. 1165) adlı destanında ilk kez Kral Arthus’un kız kardeşi olarak betimlenir. Arthus efsanesinin 12. ve 13. yüzyıl yorumlarında şifa dağıtıcılığının yanı sıre karşılıksız kalan aşkın yol açtığı düşmanlık temasıyla birlikte ele alınır.
Büyü gücünü kitaplardan ve büyücü Merlin’den öğrendiği söylenir. Efsanenin daha sonraki çeşitlemeleri Arthur’un ölümünü Hristiyancı bir çevrede ele alır. Ama 13. ve 14. yüzyıldan kalma bazı metinlerde Morgan Le Fay’in, krallığına dönme zamanı gelinceye değin Arthur’a baktığından söz edilir. Bu metinlerin çoğu, bir olasılıkla Norman fatihleri tarafından Sicilya’ya getirilmiştir. Messina Boğazında bazen ara sıra görülen bir serabı belirtmek üzere Sicilya’da günümüzde de Fata Morgana (Morgan Serabı) deyimi kullanılır.
****************************
.::Basilikos (Basilisk)::.
Basilisk olarakda duyulur. Eski Yunan ve Roma efsanelerinde rastlanan ve Mısır kobrasıyla aynı özellikleri taşıyan küçük yılan. Bir bakışı ya da soluğu ile bütün hayvanları ve bitkileri yok etme gücü olduğuna inanılırdı. Onun güçlerine karşı koyabilen tek varlık, öldürücü bir zehir salgılayan gelincikti.
17. yüzyılda başlarında, bu efsaneye yeni mucizeler eklenmişti. Basilikos’un, bir yılanın kuluçkaya yattığı bir horoz yumurtasından çıktığına inanılmaya başlandı. Gelinciğin dışında yılanın bir başka düşmanı da horozdu. Horoz ötüşü duyduğunda basiliks’un kısa bir süre içinde öleceğine inanılırdı. Bu yüzden de basilikos efsanesinin yaygın olduğu bölgelerde, yolcular yılana karşı korunmak için yanlarına horoz alırlardı.
Naga & Nagi (Nagini)
(Sanskrit dilinde “yılan; dişili ise nagi). Hinduizmin ve Buducılığın mitolojisinde yarı insan, yarı yılan biçimindeki tanrısal varlık. Bütünüyle insan ya da bütünüyle yılan kılığına da girebilen, bazı bakımlardan insandan üstün, gerçekte tehlikeli olabilecek ama güçlü ve güzel bir yaratık olarak düşünülür. Naga’ların değerli taşlarla süslü sarayların bulunduğu görkemli yer altı krallığı Naga – loka’da ( ya da Patala – loka) yaşadığına inanılır. Brahma’nın yeryüzünde fazla çoğalan naga’ları yeraltına gönderdiği, yalnızca gerçek kötülere ve erken ölmeye yazgılı olanlara zarar vermelerini buyurduğu kabul edilir. Naga’lar genellikle suyla (ırmak, göl,deniz, kuyu vb.) ilişkilendirilir ve hazine bekçileri olarak görülür. En önemli üç naga şunlardır: Hindu yaratılış efsanesine göre kozmik okyanus üzerinde, yatarken Vişnu – Naruyana’ya destek olan ve yaratılan dünyanın yükünü çeken Sesha (yada Ananta), kozmik süt okyanusunu çalkalamak için yayık ipi olarak kullanılan Vasuki ve yılanların kabile reisi Takshaka. Çağdaş Hindu dininde, yılanların doğuşu, Sravana (temmuz – ağustos) ayındaki Nagapançami bayramında kutlanır. Nagi’ler olağanüstü güzellikte yılan prenseslerdir. Kuzeydoğu Hindistan’ın Manipur hanedanları, Güney Hindistan’daki Pallavalar ve Funari (eski Çinhindi) kraliyet ailesi, kökenlerini bir insanla bir naga’nın birleşmesine dayandırılır.
Buducılıkta naga’lar genellikle kapı bekçileri yada Tibet’te o lduğu gibi ikincil tanrılar olarak düşünülür. Buda’yı yağmurdan koruyan yılan kralı Muçalinda, Siyam ve Kampaçya’da 9 – 13 yüzyılda yapılmış Mon – Khemer Buda heykellerinde ayrıntılarıyla betimlenir. Caynacılığın kurucularından 23. Trithankara Parşavantha, başının üzerinde yılanların oluşturduğu bir kubbeyle betimlenir.
****************
Sibylla(Kahin)
Yunan mitolojisinde kadın kahin. Kendinden geçip vecde geldiğinde kehanette bulunmaya başlayan çok yaşlı bir kadın olarak belirtilir. Yunan altılı ölçüsüyle söylediğine inanılan kehanetleri yazıya geçirilerek kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
İ.Ö. 5. yüzyılda ve 4. yüzyıl sonlarında Anadolu’da yaşadığına inanılan belli bir kişinin özel adı olarak kullanılıyordu. 4. yüzyıl sonlarında ise artık, başta Apollon’un Delphio’deki kehanet merkezi olmak üzere pek çok yerde sibylla’dan sz ediyordu. Sözcük de özel ad olmaktan çıkarak unvan durumuna gelmişti.
Bir efsaneye göre Cumae, Sibylla’sı, yedi Roma kralından sonuncusu olan Tarquinus Superbus’a Sibylla Kitapları adlı kehanet derlemesini satmak ister. Kral istediği fiyatı öndemeyi reddedince, dokuz kitaptan altısını yakar. Bunun üzerine kral, tümü için istenen parayı vererek öteki üç kitabı atmak zorunda kalır. Ondan sonra Caputalium Tepesindeki capitolino Tapınağı’nda saklanan kitaplara, yalnızca acil durumlarda başvuruldu.
Yahudi – Hristiyan kökenli Sibylla Kehanetlerini ise Yahudalı’ya da Babilli bir dibylla’nın yazdığı söylenir. Bazı Hristiyanlara göre bu sibylla, Eski Ahit’te adı geçen peygamberlere eş düzeyde kehanet gücüne sahiptir.
Sibylla Kehanetleri
Yahudi ve Hristiyan öğretilerini doğrukıldığı öne sürülen kehanetler derlemesi. Bir sibylla tarafıldan yazıldığına inanılmakla birlikte, İ.Ö. y. 150 – İs. y. 180 arasında Yahudi ve Hristiyan yazarlarca kaleme alındığı saptanın bu kehanetler, çok daha eski bir derleme olan Sibylla Kitapları’yla karıştırılmamalıdır.
Sibylla Kehanetleri’nde, sbylla önce yakın geçmişte gerçekleşmiş olayları “tahmin ederek” güvenilirdiğini kanıtlar, sonra da geleceğe ilişkin kehanetlerde bulunur, Helenistik dönem Yahudiliğine ya da Hristiyanlığa özgü öğretilere yer verir. Yahudi apolojist İosphos ve bazı Hristiyan apolojistler, bunların gerçek sibylla kehanetleri olduğunu, böylelikle kendi öğretilerinin çok önceden doğrulandığını savunmuştur. 2. yüzyıl Hristiyan ilahiyatçılarından Antiok. Theophilos ile İskenderiyeli Aziz Clemens’e göre bu sybilla, Eski Ahit’te adı geçen peygamberlere eş düzeyde kehanet gücüne sahiptir.
Kehanetlerin toğlandığı yapıtlardan 12 tanesi, Bizans döneminde 14 kitaplık tek bir elyazması olarak saklandı. (9. ve 10. kitaplar kayıptır.) Derleme ilk kez 1545’te bazı eksiklerle yayımlandı. Günümüz bilginleri, kehanetler ile gerçek tarihsel olaylar arasındaki bağlantılara dayanarak kehanetleri tarihliendirmiştir
*****************
.::Uçtu, Uçtu, Cadı Uçtu::.
Süpürgelerinin üstünde gökyüzünde dolaşan cadılar konusu ilahiyatçılar ve bilim adamları tarafından 10 asırdır tartışılıyor. Engizisyon dosyalarında süpürgeye atlayıp şeytana uçtuğunu itiraf edenlerin sayısı hayli kabarık. Ancak, yoğun işkence altında alınan bu itirafların kesin bir bilimsel değeri kuşkusuz söz konusu değil. Ne var ki, cadıların uçtuğu tezi, o günler için hiç de yabana atılacak bir iddia niteliği taşımıyordu. Özellikle Ortaçağ’da insanları karalamak için ,”uçtuklarını” söylemek bile yeterli oluyordu. Çünkü bu insanların uçmaları, deliliklerinin, fuhuş yapmalarının, hırsızlıklarının somut ve destekleyici bir kanıtıydı.
Bazı ünlü engizisyon yargıçları, cadıların uçtuklarına kesinlikle inanıyorlardı. Kanıt olarak da İncil’i gösteriyorlardı. Çünkü, İncil’de bazı kadınların Şeytan’a uçtukları yazılıyordu. “Öyleyse Şeytan bu zavallı kadınları neden yanına çalışmasın” diyorlardı. Bazı Engizisyon yargıçları ise, cadıların ruhlarını Şeytan’a sattıklarını, ama uçmaları diye bir şeyin söz konusu olmayacağını söylüyorlardı. Onlara göre, olsa olsa hayal gördüren bazı otlar ve içkilerin etkisiyle uçtuklarını sanıyorlardı.
“Süpürgeyle uçuş”un pratik temeline ilişkin son bulgular, cadıların bağımlılık yaratan gizemli merham ve yağları kullandıklarını rtaya koyuyor. Havada uçmak için süpürgeye binmeden önce cadılar kendilerini yağlıyorlardı. Prof. Michael Harner’ın aktardığına göre 17. yüzyıl İngiltere’sinde cadılar, sabbat’a uçmadan önce alınlarına ve bileklerine “Ruh’Un getirdiği çiğ kokulu bir yağ” sürüyorlardı. Bu cadıların anlattığına göre, yağın yeşilimsi bir rengi vardı ve alna bir kuş tüyüyle sürülüyordu. Prof. Harner, 15. yüzyıla ait bir kaynaktan aynen şöyle aktarıyor: “Cadılar, bir sırığı yağlarlar ve üzerine binerler… Ya da kendi koltuk altlarını ve öbür kıllı yerlerini yağlarlar.”
Bir 16. yüzyıl hekimi olan Andreas Laguna’nın notlarında, bir cadı çanağının bulunuşu anlatılmıştı: “Çömlek, yeşil renkli yağlı bir merhemle doluydu. Kokusu öyle ağır ve tiksinti vericiydi ki, bu donuk renkli ve uyku verici otlardan, baldıranotundan ve adamotundan oluşmuştu.” Laguna, bu yağdan bir kutu aldı ve onu Mertz’deki bir celladın karısının üzerinde denedi. Baştan aşağı yağlanınca, kadın bir tavşan gibi açık gözlerle derin bir uykuya dalmıştı. Sonunda kadın uyandırıldığında tam 36 saat geçmişti. Kadın, neden dünyanın tüm zevkleri çevresindeyken uyandırıldığında sormuş ve kocasına dönüp “Seni boynuzladım, hem de senden daha genç ve iyi biriyle.” demişti.
Bu yağlı merhemin uygulandığı tüm denek kadınlar uyandırıldıklarında,” uzun bir geziye çıkmış olduklarını” söylüyorlardı. Bu konudaki en somut görgü tanıklığını, Galileo’nun meslektaşlarından olan ve yaban yasemini içeren bir yağ formülünü ele geçiren Gianbattista della Porta yapmıştı: “Onlar, vücudun bir bölümüne sürülen yağı yayarak bütün vücutlarını iyice ovuştururlar, öyle ki tenleri pembeleşir… Böylece bir gece ay ışığında şölenlere, müziğe danse ve her şeyden çok dilekleri genç erkeklerle birleşmeye götürdüklerini düşlerler…”
Peru’daki Jivaro Kızılderilileri tarafından kullanılan sanrı yara tarafından kullanılan sanrı yaratıcı bitkileri inceleyen Harner’e göre, cadıların yağlı merhemlerindeki sanrı yaratıcı ana madde “atropin” idi… Atropin, “tatula” cinsi bitkilerde bulunuyor. Atropinin üstün niteliği, onun deri tarafından emilebilir olması… Cadıların, bu maddeyi içeren merhemleri vücutlarının belirli bölgelerine sürmelerinin nedeni de buydu. Bindiği süpürgeye de merhem sürüyor olması, atropinin duyarlı vajinal dokuyla daha kolay emilmesini sağladığı gibi, cadıya “ata binme ve uçma” duygusu da veriyordu.